19 Haziran 2013 Çarşamba

Ölüm ve Doğum


Artık hepimiz biliyoruz bu dünyada zıtlıklarla bir arada yaşıyoruz. Gece-gündüz, kadın- erkek, sıcak-soğuk, pozitif-negatif, korku-cesaret, mutsuzluk-mutluluk...Bu zıtlıklar birbirinin kardeşidir ve bir arada gezerler. Tıpkı ÖLÜM ve DOĞUM gibi...

İnsanlar, hayvanlar, bitkiler doğar, büyür ve ölür. Güneş her gün doğar, büyür ve batar ölür,bunu her gün tekrar eder. Ve doğduğu her gün yeni bir gündür.

İnsanoğlu bir gün nasılsa öleceğim diye yaşamaz. Bir gün öleceğini bildiği halde nasılsa öleceğim deyip öylece oturmaz. Çalışır, mücadele eder, kazanır, kaybeder, evlenir, boşanır, satın alır, doğurur, kavga eder, hatta yok eder. Peki bunu neden yapar? Cevabı çok basit sadece ölmemek, var olmak, yaşamak için…


Ölümü sadece kalbimizin durup, ruhumuzun çekildiği, toprak olduğumuz durum olarak düşünmemek gerekir. Doğduktan sonra hayat yolunda yürürken tıpkı her gün doğan güneş gibi defalarca ölür ve yeniden doğarız. Her ölüm bir bitiştir ve beraberinde yeni bir doğumu, yeni başlangıçları getirir. Okuldan mezun olmak bir bitişse iş hayatına girmek yeni bir başlangıçtır. Evlenmek bekar hayatın ölümü ise aynı zamanda birlikte bir hayatın başlangıcıdır. Ev değiştirmek, işini, arabanı, yaşadığın şehri değiştirmek, alışkanlıklarını, bakış açını değiştirmek hepsinin temelinde bir bitiş ve yeniden başlangıç, ölüp yeniden doğmak vardır. Ve her yeni doğum yeni umutları, heyecanları ve maceraları da beraberinde getirir.
Anlayacağınız yaşarken bile değişir, defalarca ölür ve doğarız, yenileniriz. Yenilendikten sonra da gün gelir iyi ki böyle olmuş deriz.

Ana rahmindeki güvenli ve rahat hayatı bırakıp bu dünyaya gelmek ne kadar sancılı bir doğum süreciyse, mevcut durumumuzu, dünyamızı ve kendimizi değiştirmemek adına verdiğimiz mücadele de o kadar zorludur. Çünkü bildiğimiz, alışkın olduğumuz yer, mekan, insan, durum, alışkanlıklar, düşünce kalıpları her zaman daha güvenlidir. Sonrasında ne olacağını bilmemek bizi mevcut durumu korumaya zorlar. Korumaya çalıştıkça da avuçlarımızdan kayar gider çünkü değişim kaçınılmazdır. İşte bu noktada ölüm ve doğum bir arada yaşanır. Mevcut durumu korumaya yönelik mücadele ederken, ölüme direnirken, aynı anda bilmediğimiz, kendimizi güvende hissetmediğimiz yeni duruma doğuyor olmak çok sancılı ve zorlayıcıdır.

29 Ekim 1923 doğumlu 90 yaşındaki Türkiye Cumhuriyeti artık ölüyor ve daha da güçlenerek yeniden doğacak. Yeni neslin cesareti, eski neslin ise korkmasına rağmen gençlere inanıp onları desteklemesi bu ölüm-doğum sürecini daha sabırla ve sevgiyle başarılı şekilde gerçekleştireceğimizi gösteriyor.
Türkiye Cumhuriyeti´ni oluşturan bizlerde kendi kişisel hayatlarımızda aynı sancıyı yaşıyoruz. Başımıza gelen şeylerde başkalarını suçlamak yerine hiçbir şey manasız değildir diyerek yaşananları anlamaya çalışın. Ben nerede hata yapıyorum, neden bunu yaşadım, neden değişimden korkuyorum diye sorun kendinize.

Eğer yenilenmeye, yaşarken ölüp yeniden doğmaya niyet eder, bu yolda olacaklara kabul gösterip hazırım ve korkmuyorum diyerek içimizdeki cesareti uyandırırsak bu süreci hastalanarak, maddi manevi kayıplar yaşayarak ya da dayanılmaz hissederek değil daha farkında ve anlayarak bilerek yaşarız ve yeniden doğarız. Çünkü bir şeyler değişmelidir, yenilenmelidir. Siz değişmezseniz hücreleriniz değişir, hasta olur, kanserli hücre olur. Günümüzde genç yaşlı bu kadar çok kanser vakasının olma sebebi işte budur; korkular sebebiyle değişime, yenilenmeye  gösterilen direnç. ...
Biliyorum söylemesi kolay yapması zor ama yeter ki değişime niyet edin. Sonrasında her şey sizin hayrınıza olacak şekilde gerçekleşecektir….

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder